Osmanlı-Rus ve Türk –Rus İlişkilerine ve Günümüze Kısa Bir Bakış

Sonda  söyleyeceğimizi başta söyleyelim  ve öncelikle  belirtelim ki Rusya bir imparatorluk geçmişine ve mirasına sahiptir ve Suriye’de  gösterdiği de bir imparatorluk refleksidir.

rusya_thumbnail3.(Büyük) İvan (d.1440-ö.1505) ile beraber Moskova Knezliği olarak tarih sahnesinde boy göstermeye başlamış,16.ve 17.yy’larda devlet yapısını iyice sağlamlaştırmış ve bizde ”Deli”, dünyada ise ”Büyük” lakabı ile anılan Çar.1.Petro (d.1672-ö.1725) devri ile  beraber sanayileşme ve çağı yakalama adına önemli adımlar atmış, 19.yy’da ise artık her alanda herkesin dikkate alması gereken, Avrupa ve Asya topraklarında güçler dengesi açısından önemli bir aktör olan bir ülke ,diğer bir deyişle düvel-i muazzamadan biridir Rusya.

19.yy. gerçekten de gerek edebiyat (Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin, Çehov, Gogol, Turgenyev vs.) alanında , gerek müzik (Çaykovski) alanında gerekse de siyasi ve askeri gücü ile Rusya’nın dünyaya damga vurduğu bir zaman dilimidir.

19.yy Rus tarihini tarihçilerden değil de büyük edebiyatçılardan okumak lazımdır.

Mesela Napolyon’un büyük Rusya seferini , Austerlitz ve Borodino muharebelerini hiçbir tarihçi  Tolstoy’un Savaş ve Barış’ta tasvir ettiğinden  daha  canlı ve gerçekçi tasvir edemez (zira Tolstoy o seferden birkaç sene sonra doğmuş olsa da seferin sonuçlarını bizatihi yaşamıştır, hatta, dedesi Kont Tolstoy Rus ordusunda bir generaldir ve daha sonra İstanbul Sefirliği de yapmıştır.) veyahut Rusya toprak ve serf sistemini Gogol’ün Ölü Canlar’ından okumak ayrı bir zevk verir insana.

Sovyet döneminde ise bir iki yazar (Gorki ve Soljenitsin)  ve yönetmen (Eisenstein ve Tarkovsky) hariç tutulursa bu muazzam üretkenlik ve kalite maalesef kaybolmuştur. Görkemli 19.yy’dan sonra Rusya 20.yy’a karışıklıklar içinde girdi.Kaynayan Balkanlar (Rusya’nın Slavlar dolayısıyla burada emelleri vardı) , Doğu’da Japonlara karşı alınan acı ve tarihi yenilgi (1904-1905) , Avrupa topraklarında  tarihi Habsburg-Romanov çekişmesi Rus Çarlığı’nı epeyce yıpratmıştı.

Tüm bu karışık siyasi ortam içinde Rusya bir de Çarlık içindeki nüfusu 40 milyonu aşan Ukrayna ve Orta Asya’daki Müslüman halklarla uğraşmak durumunda kalıyordu.

Romanov’ların bir diğer ezeli düşmanı da Osmanlı Hanedanı idi. Osmanlı’nın güçlü olduğu dönemlerde (16.ve17.yy) Rusya henüz kendi siyasi oluşumunu tamamlama sürecinde olduğu içim Osmanlılar için pek sorun teşkil etmiyordu. Hatta iki ülke arasında ticari faaliyetler gelişmişti. O kadar ki, Osmanlı Sarayı’nda Rus yapımı samur kürkler epeyce rağbet görmekteydi.

Osmanlı Hanedanı’nın kuruluşundan itibaren arka arkaya -aralarında siyasi ve askeri deha sahipleri ve hatta büyük şairler de bulunan – on büyük padişah çıkarmış olması gibi Rus Hanedanları’da (Rurik ve Romanovlar) savaşçı (3.Ivan ve Korkunç Ivan) ve reformist (Büyük Petro) Çarlar çıkarmış , önce topraklarını hayli genişletmiş sonra da modernleşme hamlelerini yapmıştır.

Sadece şu notu paylaşmak bile sanırım yeterli olur: Büyük Petro ; modernleşme anlamında Rusya’da neler yapabileceğini öğrenmek için İngiltere, Almanya ve Hollanda’ya -kimliğini gizleyerek – seyahatler gerçekleştirmiş hatta Amsterdam’da limanlarda ağır işçi olarak çalışmıştır. Dahası, kendisi gibi düşünmeyen ve muhafazakar olan oğlunu öldürtmekten dahi çekinmemiştir. Bu bakımda Petro; kararlılığı, gözü karalığı ve taviz vermeyen yapısı ile bizdeki Yavuz Sultan Selim Han ve 4.Murad Han ile ve modernleşme yanlısı reformist düşünce yapısı ile de 2.Mahmud Han ile mukayese edilebilir.

Zaman zaman Rus Kazakları’nın Osmanlı metbuları olan Eflak, Boğdan, Kırım gibi ülkelere akınlar düzenleyip buralardan esir ve ganimet devşirmeleri  Osmanlı İmparatorluğu’nın tepkisini çekiyordu, üstelik Asya içlerindeki Müslüman halklardan da yardım çağrıları geliyordu.

En önemli Osmanlı Sadrazamlarından olan Sokollu Mehmet Paşa (d.1505-ö.1579) bu nedenle Don ve Volga nehirleri arasında bir kanal inşa ettirmeyi planlamış bu vesile ile de hem Ruslara gözdağı vermeyi, hem süregiden İran savaşları için o bölgede donanma bulundurmayı hem de Asya’daki Türk ve Müslüman halklarla temas kurmayı amaçlamıştır.

Kanalın üçte biri kazılmış ancak hem teknik yetersizlikler, hem Rusya’daki iklim şartlarının çok zorlu olması hem de Kırım Hanı’nın projeye karşı çıkması nedeniyle süreç yarım kalmıştır.(Daha sonra Sovyetler, 1953’te Don -Volga kanal projesini hayata geçirmişlerdir.)

Rusya,1711’de Büyük Petro’nun ordusu ile Prut nehri kıyısında Osmanlılar’dan ağır bir darbe almış, ancak Baltacı Mehmet Paşa’nın basiretsizliği ile yaşama şansı bulabilmiştir. Bu büyük yenilginin acısını Ruslar,1774’te  Küçük Kaynarca Antlaşması,1827’de Navarin Baskını, 1829’da Yunanistan’ın bağımsızlığı, daha sonra ’93 Harbi ve Sırbistan’ın bağımsızlığı ile çıkardılar. Osmanlılar sadece 1856’da Kırım Savaşı’nı İngiltere ve Fransa’nın askeri yardımlarıyla ve ilk defa dış borç almak suretiyle kazanabildiler. 1878’de Yeşilköy önlerine kadar ilerleye Ruslar, Ayastefanos Antlaşması ile önemli kazanımlar elde etmişler ancak hemen akabinde Berlin Antlaşması ile şartlar biraz olsun hafifletilmiş ve Osmanlı bir müddet daha yaşama şansı bulabilmiştir.

Uluslararası ilişkilerde bir deyim vardır: ”Merkezi kontrol eden her yeri kontrol eder.” Büyük Petro ile bir Cihan  Devleti hüviyeti kazanan Rusya, cihanın merkezi konumundaki topraklara (Ortadoğu, Suriye, Mısır, Anadolu) sahip durumda bulunan Osmanlı İmparatorluğu ile ilk dönemler hariç her daim savaş halinde olmuş ve bu toprakları ele geçirmeye çalışmıştır.

Büyük Petro’ya atfedilen sıcak denizlere inme politikası, Büyük Çar’ın şahsında ülküleştirilmiş, adeta Rusların kızıl elması olmuştur. İşte böyle bir tarihi geçmişe sahip olan Rusya, yazımızın başında bahsettiğimiz karışık bir siyasi vaziyetle 20.yy’a girdi.

Japonlara karşı alınan ağır yenilgiden sonra ,Lenin’in fikir babası olduğu Bolşevizm Rus ordusu içinde oldukça taraftar toplamıştı ve 1905’te ilk ayaklanmalarını gerçekleştirdiler. Her ne kadar başarısız olsalar da göz ardı edilmeyecek bir güç kazandıkları ortaya çıkmıştı ve  nihayetinde Ekim İhtilali denilen hadise ile 1917’de Bolşevikler Rusya’da iktidarı ele geçirdiler.

Hemen öncesinde 1914’te Rusya, kendisine vaat edilmiş olan İstanbul ve Marmara Bölgesi’ni alabilme umudu ile İngiltere ve Fransa’nın yanında İttifak Devletleri’ne karşı 1.Dünya Savaşına girdi.

Osmanlı’yı  savaşa sokan  Enver-Cemal -Talat triumvirasının aksine , Rusya’da Bolşevik Lenin-Stalin-Troçki triumvirası iktidarı ele geçirdiğinde Çarlık Rusya’sının imzaladığı tüm anlaşmaları ve girdiği tüm ittifakları geçersiz kabul etmiş ve Brest-Litovsk’u imzalayarak savaştan çekilmiştir.

Bolşevizm’in fikir babası Lenin, ordudaki takipçilerine savaşmamalarını, hatta kendilerini savaşmaya zorlayan komutanlarını öldürmelerini emrediyordu. Beklentisi, benzer bir Bolşevik işçi ihtilalinin Avrupa’da özellikle de Almanya’da çıkacağı ve savaşın daha fazla uzamayacağı yönündeydi. Hatta, belki Anadolu’da da benzer bir ihtilal olur ümidi ile Mustafa Kemal ile irtibat kumuş ve İstiklal Savaşımız için silah ve para yardımında bulunmuştu. (Not: İstiklal Savaşı’ndaki Sovyet yardımları Resmi tarihte pek anlatılmayan ama araştırılmaya değer ilginç bir konudur.) Lenin Mustafa Kemal’e İstanbul ve Marmara’da gözü olmadığına, Mustafa Kemal’de Lenin’e, Azerbaycan’a dokunmayacağına dair güvence vermişti. Hatta Mustafa Kemal; Lenin’e yakın görünebilmek için Komünist Partisi’ni kurdurtmuş ve başına da Celal Bayar’ı geçirmişti.

Lenin 1924’te ölünce yerine geçen Stalin önce ,Kızıl Ordu’nun kurucusu olan Troçki’yi tasfiye etmiş, sonra da tüm ülkeyi demir yumruğu ile yönetmeye başlamıştır. Ağır sanayi hamleleri ,silahlanma ve uzay yarışı, Batı Bloku ile soğuk savaşın temelleri Rus vatandaşlarının kanı ve canı pahasına Stalin döneminde temelleri atılan hadiselerdir.

Bu şartlar altında Sovyetler, Hitlerin Moskova’nın fethi için başlattığı muazzam taarruzu bertaraf edebilmek adına 2.Dünya Savaşı’na dahil olmuş ve Mareşal Zhukov askeri dehası sayesinde Stalingrad’da Hitler’in Mareşal’i Paulus’un meşhur 6.ordusunu durdurmaya muvaffak olmuş ve sonrasında Berlin’e kadar ilerlemiştir.

Bu galibiyeti ile Sovyetler Doğu Berlin’de ve tüm Doğu Avrupa’da yarım yüzyıllık bir hakimiyet kurmuşlardır. 2.Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler açısından ‘80’lere kadar süreç; ABD ve Batı Bloğu ile Soğuk Savaş, silahlanma ve uzay yarışı, daha uzun menzilli nükleer füzeler elde etme çabaları ile geçti. Ancak daha önce de bahsettiğimiz gibi tüm bu süreç vatandaşların refahı ,canı ve kanı pahasına yaşanıyordu ve halk yönetimden hiç te hoşnut değildi.

‘80’lerde ,gerek zamanın değişmesi, gerek Sovyetler’in Stalin ve bir nebze de Kruschev ayarında bir lider çıkaramamış olması, Afganistan’ın işgali ve sonrasında ekonomik yetersizliklerin iyice ayyuka çıkmaya başlaması ve nihayetinde bu dönemde karşı blokta ABD’nin Reagan gibi güçlü ve karizmatik bir Başkan’ın yönetiminde kapitalist blokun liderliğini iyice pekiştirmesi ve ABD’nin Doğu Avrupa ve Orta Asya’daki yıkıcı faaliyetleri sonucu Sovyetler iyice zayıfladı.

Gorbaçov zamanında ilan edilen ve hayata geçirilmeye çalışılan glasnost (açıklık) ve perestroyka (yeniden yapılanma) politikaları da sonuç vermemiş ve sonrasında Berlin Duvarı’nın yıkılışı (1989) ve Batı ve Doğu Almanya’nın birleşmesi (1990) Sovyet Rusya’sının da sonunu hazırladı.

1990’lara gelindiğinde Sovyetler’den kopmalar başladı ve birçok ülke bağımsızlığını ilan etmeye başladı. Sovyetler zamanında 22 milyon kilometre kare olan ülkenin yüzölçümü 17 milyon kilometre kareye düşmüştü. (Kaybedilen topraklar Türkiye’nin yüz ölçümünün yedi katıdır.) ‘90’lı yıllar yeni kurulmuş olan Rusya Federasyonu için sıkıntılı geçti: Sorunlu bir ekonomi, eskimiş ağır sanayi, modernize edilmemiş bir ordu, siyasi çalkantılar, Boris Yeltsin gibi vasıfsız ve güçsüz bir başkan…Üstelik 1998’te patlak veren ekonomik kriz de cabası…Rusya için her şey çok kötü görünüyordu.

Rusya milenyuma bu şatlar içinde girmişti ancak eski bir KGB ajanının ,Putin’in iktidara gelmesiyle her şey değişmeye başladı: Petrol fiyatlarının dramatik şekilde yükselmesi ile ülke ekonomisi yoluna girdi. Ardından Putin, ülkenin ekonomisini fiilen yöneten ve oligark diye tabir edilen kişilere (Khodorkovsky vb.) diz çöktürdü. Büyük ve stratejik önemi haiz şirketler millileştirildi.

Sonrasında Putin, Rusya’nın sahip olduğu muazzam petrol ve doğalgaz rezervlerini ve Avrupa’ya giden enerji musluğunun başında oluşunu bir koz olarak kullanmaya başladı. Sovyetlerin dini pasifize etme ve ortadan kaldırma siyasetinin aksine Rus Kilisesi’ni ayağa kaldırdı. Orduyu ve askeri teknolojiyi hızla modernize etti. Onun modernleştiği ordu Osetler’i desteklemek için girdiği savaşta Gürcistan ordusunu birkaç günde darmadağın etti.

Bu uzunca ama gerekli girizgahtan sonra şimdi gelelim Rusya’nın Suriye’de ne işi olduğuna…

Maddeler halinde belirtmek gerekirse:

1-Daha önce de belirtiğimiz gibi Rusya bir İmparatorluk Rusyası’dır ve Komünizmle geçen yetmiş seneyi bir ara dönem olarak değerlendirmek lazımdır. (Zira yetmiş yıl, bir milletin tarihi için çok çok küçük bir zaman dilimidir.) Rusya’nın Suriye’de sahaya inme hamlesini de o eski imparatorluk günlerini Unutmayan ve o refleksi tekrar kazanmak isteyen bir devletin hamlesi olarak görebiliriz.

2-Rusya, dünyanın, siyasi & enerji ve ekonomik merkezlerinde varlığını hissettirmek ve bu alanlarda söz sahibi olmayı amaçlıyor. Orta Asya’da zaten güçlü bir şekilde varlar, Avrupa’nın enerji musluğunu ellerinde tutuyorlar, şimdi de Ortadoğu ve çevresinde söz sahibi olmak istiyorlar.

Burada bir parantez açıp Sovyetler Birliği’nin Soğuk Savaş zamanında Suriye’de Baba Hafız Esad’a, Libya’da Kaddafi’ye, Mısır’da Cemal Abdülnasır’a önemli ekonomik ve askeri yardımlar yaptığını ve siyasi destek verdiğini de belirtmek gerekiyor.

İlaveten; Kürtler’e İran’da tarihteki ilk ve tek devletleri olan Mahabad Devleti’ni kurdurduklarını, şimdiki Mesud Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani ve bin kadar peşmergeyi Rusya’nın çeşitli şehirlerinde yıllarca barındırıp eğittiklerini ve bunların Irak’a döner dönmez gerilla faaliyetlerine başladıklarını da bilmemiz gerekiyor.

Esad’a desteğinin karşılığında Sovyetler, Suriye’de, Tartus Deniz Üssü imtiyazını elde etmişti. Şimdi buradaki varlığını bırakmak istemiyor. Aksi durumda, Rusya sadece bölgedeki varlığını kaybetmiş olmayacak, aynı zamanda bölgeyi en büyük siyasi ve askeri rakibine terk etmiş olacak.

3-Rusya; Suriye’deki varlığı sayesinde güneyden Türkiye’yi, tüm doğu Akdeniz’i, batıdan Ortadoğu’yu ve doğudan Mısır’ı yerinden kontrol imkanına sahip ve gemileri bu sayede Akdeniz’de dolaşabiliyor. Suriye’yi kaybederse bu imkanları da elden gitmiş olacak.

4-Her ne kadar gelişmiş ticari ve ekonomik ilişkilere sahip olsalar ve birbirlerine dost görünseler de, imparatorluk geçmişine ve refleksine sahip milletler, devlet geleneklerinde birbirlerine karşı hep teyakkuz halinde olurlar ve –savaş dahil-tüm ihtimalleri imkan dahilinde görürler. Bu bağlamda Rusya, dost komşusu Türkiye’nin sinir uçlarına dokunmak suretiyle muhtemel tepkilerini ve bu tepkilerin nereye kadar varabileceğini ölçmek istiyor. Rus uçaklarının ardı ardına sınır ihlalleri ve Rusların birkaç defa özür dilemeleri bunun bir göstergesi gibi.

5-Rus Ordusu, Afganistan görünümlü Batı ittifakına karşı kaybettiği savaşın olumsuz psikolojisini hala üzerinden atabilmiş değil. Geçi Gürcistan Savaşı’nda biraz pas siler gibi oldular ama Suriye onlar için gerçek bir er meydanı olacak. Bu bağlamda Rusya; ordusunun hala çok güçlü olduğunu göstermeye çalışıyor.

6-Rusya; Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna’nın doğusundaki olaylar nedeniyle ABD ve Avrupa’nın uyguladığı ekonomik yaptırımlara karşı Suriye’yi bir siyasi hamle sahası olarak görüyor ve muhataplarına şu mesajı veriyor: ‘‘Ekonomik olarak bana ne kadar zarar vermeye çalışırsanız çalışın, ben hala varım; işte buradayım ve hala çok güçlüyüm.’’

7-Suriye’de çıkabilecek muhtemel bir savaş tüm dünyada enerji, emtia ve döviz fiyatlarına artış olarak yansıyacak. Özellikle de petrol, altın ve doğal gaz fiyatlarında yaşanacak bir artış bu metaın ihracatçıları olan Rusya ve İran ekonomisine olumlu olarak Batı ekonomilerine ise olumsuz olarak yansıyacak. Bu da Batı’nın ekonomik hamlelerine karşı Rusya’nın bir ekonomik hamlesi olmuş olacak.

8-Rusya;son yıllarda ABD ve Batı’ya karşı Çin ve Hindistan’ı kendi tarafında çekerek bir ekonomik blok oluşturma çabasına girmişti.(Shanghai Beşlisi’ni hatırlayın). Şimdi, bu birlikteliğe Suriye’de sahada işbirliği yaptığı İran’ı da dahil ederek, ekonomik birliği siyasi birlik ile pekiştirmeye çalışıyor.

9-Rusya , her ne kadar IŞİD’i vurduğunu belirtse de aslıda büyük oranda muhalifleri vurduğu biliniyor. Bu ise hem Esad’ın hem de IŞİD’in önünü açması demek. Böylece ABD ve Batı’yı iki cephede birden uğraşmak durumunda bırakıyor.

10-Suriye’deki savaşın ve istikrarsızlığın uzaması daha fazla mültecinin hem Türkiye’ye hem de Türkiye üzerinden Avrupa’ya, özellikle de Almanya’ya gitmesi demek. (Rusya’ya hiçbir mülteci gitmiyor veya gidemiyor) Daha fazla mülteci, Avrupa ve Türkiye için daha fazla istikrarsızlık, daha fazla ekonomik, siyasi ve toplumsal sorun ve dolayısıyla bu ülkelerin dış siyaset yerine kendi iç siyasetlerine daha fazla odaklanması manasına geliyor.

(Türkiye de bu oyunun farkına vardı ve son zamanlarda mültecilerin Avrupa’ya geçişine izin vererek mültecileri Avrupa’ya karşı bir koz olarak kullanmaya başladı) Rusya bu sayede, hem Türkiye’nin Orta Asya Türki toplumlara olan ilgisinin hem de Almanya’nın Ukrayna ve Baltık ülkelerindeki etkinliğinin rövanşını almış oluyor.

11- Putin; dokuz yıl süren Afganistan Savaşı(1979-1988) sonrasındaki geri çekilme ve Sovyetlerin yıkılışı ile sarsılmış olan Rus özgüvenini yeniden oluşturmaya çalışıyor ve bu amaca yönelik hamleler yapıyor.

Dünyaya verilen Güçlü Rusya görüntüsü iç siyasette Putin’in iktidarını sağlamlaştırıyor.

SONUÇ YERİNE

Batı’nın Ortadoğu’su,bizim ise Bilad-ı Şam, Hicaz, Irak-Arap ve Irak-ı Acem’in toplamı olarak telakki ettiğimiz bölge, yani eski Mezopotamya, tarihin her döneminde dünya tarihini değiştiren olaylara sahne olmuştur.

Dünya tarihini oluşturan yazılı tarih ve medeniyet Mezopotamya’da başladı, tarıma burada geçildi, semavi dinler burada zuhur etti, ilk büyük imparatorluklar burada yükseldi ve çöktü.

1071’de Malazgirt’te Türkler’e Anadolu’nun kapılarını açan Alp Arslan’ın hedefi aslında Anadolu değil Suriye ve Mısır’dı, çünkü medeniyet ve zenginlik buradaydı.

Memluk Sultanı Baybars 1260’ta Moğol Hülagu’nun ordularını burada (Şimdi Filistin’de bulunan Ayn Calut ‘ta) durdurdu ve İslam Medeniyeti’ni yok olmaktan kurtardı.

Yavuz Sultan Selim Han, 1516 ve 1517 ‘de Suriye ve Mısır’ı alarak burada halife oldu ve ülkesini kendi zamanının en zengin devleti haline getirdi.

Bugünden baktığımızda bu bölge dünya petrol rezervlerinin (İran & Irak & Arabistan) %65’ine ve doğalgaz rezervlerinin( Katar ve İran) ise önemli bölümüne sahip, bu nedenledir ki, geçmişte hukuksuz ve zalimane bir şekilde Osmanlı’dan koparıldı ve bir istikrarsızlık abidesi haline getirildi.

Üstelik apayrı bir yazı konusu olan bir ülke de bölgede mevcut: İsrail. Daha önce de belirttiğimiz gibi Mezopotamya ve Ortadoğu dünyanın merkezi. Bölgeyi kontrol eden dünyayı da kontrol etme imkanına kavuşacak.

Fukuyama’nın iddia ettiğinin aksine Tarihin Sonu’na henüz gelmedik ama Huntington’un belirttiği gibi bir Medeniyetler Çatışması yaşıyor olabiliriz.

Mühim olan ve temennimiz; ülkemizin bu güç savaşlarından mümkünse kazançla veya mümkün değilse de en az hazarla çıkabilmesidir.

Saygılarımla,

Yücel KAMAR

İstanbul Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü

Para, Sermaye Piyasaları ve Finansal Kurumlar Ana Bilim Dalı (Tez Öğrencisi)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir